Date Posted: July 13, 2017 By: Tuba Şatana Comments: 0

Neden hep aynı yerlere gidiyorum, biliyor musunuz?

Alışkanlık değil, kolaylık değil, rahatlık belki, ama en çok aidiyet.

Nasıl oluşuyor, neden oluşuyor, gittiğim yerlere tekrar tekrar gideceğimi ne belirliyor?

Malzeme!

Evet malzeme. Zeytinyağı dediklerinde gerçek zeytinyağı olduğu için, sıvı yağ değil, ekmeği ekmek, nohudu nohut, eti de et gibi olduğu için, salata deyince önüne ‘akdeniz yeşillikleri’ müsveddesini getirmedikleri için…

Sebzesi, meyvesi mevsime uyduğu için. Çünkü en lezzetli zamanlarını biliyorlar…

Ürün ve üretici seçerken evlerine ürün alırmışçasına gösterdikleri özen için.

Yumurtacılarını da, balıkçılarını da tanıdıkları için. Onlara saygı gösterdikleri için.

Küçük üreticileri mümkün olduğunca destekledikleri için. Uzun senelerdir aynı üreticilerle çalışabildikleri için. Onların hakkını yemedikleri için.

Ne ise onu servis ettikleri için!

Patlıcansa patlıcan, domatesse domates, ıspanaksa ıspanak yediğimi anladığım için. Ev yapımı deyip hazır sosları yemeğinize boca etmedikleri için. Üstüne sos, altına fos koymadıkları, lezzet ve kıvam arttırıcılara ihtiyaç duymadıkları için.

Neden, zira yaptıkları yemekler hem bedene hem de ruha iyi geldiği için…

Mikrodalgada ısıtılmadığı için yemekler, o gün, o an pişirildiği, hazırlandığı için.

Seni enayi yerine koyduklarını düşünmedikleri için…

Tavır!

Altı üstü yemek yiyoruz, dünyayı yeniden yaratmıyoruz.

Bazıları hatta şefler, afiyet olsun, yemek işte diyebilecek kadar alçak gönüllü oldukları için.

Havalara girmedikleri için. Dünyanın tek yemek yapan, en iyi yemek yapanı benim, küçük ve büyük dağları, okyanusları, Mars’ı ben yarattım diye uçmadıkları için…

O bahsi geçen havalıların personeli de kendilerine benziyor maalesef! Yemek mi yiyorsun, tavır mı belli değil, burnundan geliyor…

Servis beni yormadığı için!

İşlerinden memnun, yaptıkları işin farkında, empati kurabilen, ama en başta ne yiyeceğini söylediğinde doğru sipariş alan, çalıştığı işletmeye hakim, müşterisini tanıyan, ne sattıklarının da ne satmadıklarının da farkında oldukları için…

Ukalalık yapmadıkları, senin için karar vermedikleri, yıllardır da tanısalar seni, laubali olmadıkları için, saygı çerçevesini korudukları için.

Saçıyla, telefonuyla senden fazla ilgilenmedikleri için, parfümlerinde de, ter kokularında da boğulmadığın için…

Sorunun cevabını bilmiyorlarsa yalan söylemedikleri, bir koşu öğrenip geldikleri için…

Gülümsemeyi sana fazla görmedikleri için.

Kibar oldukları için.

İşlerini severek yaptıklarını her adımda anladığın için, o huzurlu ortamda ne yediğinin de daha çok farkına vardığın için.

Aynı personeli uzun zaman aynı işletmede gördüğüm için.

Bahşişe bakıp yüz bükmedikleri, arkandan konuşmadıkları için, ya da konuşsalar bile belli etmedikleri için…

İyi işletme sahipleri bilirler, personel neyse, sen osun, personelin kadarsın…

Kalite!

Bu söylediklerim kalite demek. Yemeğin de servisin de kalitesini korudukları için gene ve hep aynı yerlere gidiyorum. Bıkmadan.

Hep aynı kaliteyi bulacağıma emin olduğum, beni üzemeyecek, yormayacak, zamanımı, enerjimi, paramı boşa harcamayacağım, yemekten, kahveden mutlu ayrılacağım yerlere…

Kalite pahalı malzemelerle, yaldızlı bardaklarla olmuyor ne yazık ki, olmuyorsa olmuyor. Balık baştan kokuyor…

Peki diyeceksiniz, yeni veya başka yerlere gitmiyor musun? Gitmez olur muyum, bu iyi yerleri nasıl buldum sanıyorsunuz! Kötü yerlere gide gele, kötü yemek, servis, tavır yiye yiye.

Hah, işte iyisini bulunca da sarıldım onlara, bırakmamacasına.

Ve maalesef bu çokluk içinde, ruhuma iyi gelen tipte lokanta, restoran, işletme o kadar az ki…

Neden mi, çünkü zoru yapıyorlar.

Çünkü akıntıya ters yüzüyorlar, çünkü yaptıkları işin öneminin farkındalar, çünkü işlerini seviyorlar…

İLLA Kİ #iyiyipaylaş

Bu hafta iki başlık bir arada, hem güzel bir marka hem de arkasındaki insiyatifi aktarmak istiyorum size.

Kadın dayanışması, yerli ürün, yurdumun malı!

Bursa’dan dönerken, Yalova iskelesinde feribotu beklerken Tadında Anadolu dükkanını gezdim ve daha önce dikkat etmediğim bir marka ve ürünler buldum.

Nohut, kuskus, erişte, bulgur, fasulye, tarhana gibi ürünlerin üzerindeki bir tanım dikkatimi çekti; ‘Anadolu Arılarının Ürünüdür’

Nohut benim en değerli bakliyatım, hemen aldım paketi elime, menşei neresi, yılı filan derken etiketin üzerindeki başka bilgiler kalbimi de çaldı.

Üretici adı bulunuyordu etiketinde. Bir kadın adı. Sonra diğer ürünlerin üzerindeki etiketlerin de bu şekilde benzer olduğunu gördüm. Değişik kadınlar üretmişti o ürünleri.

Amesia markalı ürünlerden elimi kolumu doldurup feribota bindim ve hikayesini okudum.

Amesia, Amasya Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği bünyesinde “Tarım Sektöründe Kayıt Dışı İstihdamın Çözümüne Yenilikçi Yaklaşımlar” adlı Avrupa Birliği Projesi kapsamında 2011 yılında kurulmuş. Kırsal alanda çalışan üretici eşlerinin kendi olanakları dahilinde ürettikleri ürünleri bu marka adı altında toplamışlar ve bu ürünlerden gelen gelirlerle de sosyal güvenlik harcamalarını karşılamışlar.

2015 yılında kooperatifleşmişler ‘Amesia Çalışan Arılar Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi’. İsmine ayrı bayıldım. Çalışan Arılar. Geçimlerini bu ürünlerden sağlıyorlar.

Köylerde üretim atölyeleri açmışlar, Merzifon’da, Ankara’da satış dükkanları var, ve tabii Tadında Anadolu’da onlara yer vermiş. Internetten de sipariş verebiliyorsunuz.

Kooperatifleşmek ile istihdam, kırsal kalkınma mümkün. Amesia, güzel bir iş modeli yaratmış Merzifon’da, devamı başka illerde de gelir belki.

Hem, birlikten kuvvet doğar. Dünyayı kadınlar kurtaracak hem, biliyorsunuz değil mi?

www.amesia.com.tr

13 haziran 2017 tarihinde hürriyet’te yayınlanmıştır.